Sadece 42 yaş alarak bu dünyayı terk eden Kierkeegard,
“Hayat yalnızca geriye doğru anlaşılabilir. Fakat ileriye doğru yaşanmalıdır.”
diye buyurmuş. Ne isabetli, değil mi!
Tüm cehaletime rağmen, ufacıktan beri başıma gelen talihsiz olaylardan ve yaptığım hatalardan bir “ders çıkarma” huyum vardı. Doz aşımı oldu mu, çok tatsız bir hal tabii… “Ne oldu, neden oldu” kendimce cevaplar üretemezsem yaşamaya devam edemeyecekmişim gibi bir yanılsama bendeki. Bilmem cümlenin kendi içinde düştüğü çelişkiyi hissedebildiniz mi?
Biraz alaya almazsak çekilir dert değil varoluş sancısı!
“Trajedi + 10 yıl = Komedi”
Benzerlerini söyleyen çok da, ben en son Yalın Alpay‘ı dinlerken duymuştum. Rasyonel kalalım ama çok da üzmeyelim kendimizi. Ne de olsa trajikomik bir gezegen bizimkisi.
Durun bakalım, daha yeni başlıyoruz. Tezatın tanrıçası geliyor şimdi! Hayat geriye doğru anlaşılır ve ileriye doğru yaşanır ya; bence biz sefiller de iki yöne birden at koşturan şaşkınlar gibi dönüyoruz evreni!
Misal kendim, durup durup arkasına bakmaktan hiç kurtaramadı benliğini. Ne o; hangi hatayı yapınca kendini nerede buldu analiz edecek, “olmasaydı evrenindeki” izdüşümlerine şöyle bir güzel göz gezdirecek… Cümlenin ikinci yarısı çok tehlikeli ve irrasyonel değil mi? Kim bilebilir ki sonsuz olasılıkların izdüşümlerini?
Bu sarkaçtaki hareketi, nasıl ki sol uçtan bağımsız hayal edemiyoruz, günü ve geleceği de kuramıyoruz dünün verisi olmadan, değil mi?
Yalın Alpay’ı dinlemek bence felsefe ile terapi! Taş üstünde taş bırakmıyor, günlük hayatta gözden kaçan basit görünümlü ayrıntıları çapraz ateşe tutuyor. Diyor ki; “Geçmişteki tüm edimler etkiliyor, bugünü ve geleceği. Sonsuz kez değiştirip, sonsuz olasılıklar veriyor.”
Ama kişi oğlunun bir huyu var; bunca değişkenliğe, akışkanlığa katlanamıyor! Ne anlayabiliyor, ne razı geliyor benliği. Bir kendi zaafım sanırdım, meğer ortakmış tüm insanların derdi: Mıhlamak istiyoruz tüm değişkenleri! Kafamız almıyor ya o sonsuz olasılıkları, sabitlesek ne rahat ederdik oysa ki…
Ben mesela, “Neden oldu?” sorusunun cevabını bulamıyorum ya %100 isabetli, içim içimi yiyor! Bir rahat bırak arkadaş kendini! An geliyor, o soruya mıhlanıp kalıyorum; bir balçık, bir bataklık gibi. Çıkamıyorum, ilerleyemiyorum: Ne şimdi ne gelecek… Yaşayamıyorum kendimi!
Bunu ilk gördüğümde yaşım 16. Yazık ki çevremde kimse dinlemiyor, dinleyen de durumun vahametini anlamıyor. Ben o yaşta farkındayım, ama onlar o farkındalığı fark edemiyor. İşte hepimizin hayatını harcayan zehirli otlar, böyle filizleniyor.
Oysa ki bilmeli; kişi geçmişi değil, ama geçmişi dibine kadar kişi!
Yalın’ın çok aydınladığım bir diğer videosu da işte bu yukarıdaki. Şöyle diyor:
20-40 yaş arasında, “hayatın belirsizliğini kabul edebildiğim oranda mutlu olabileceğimi” kavradım.
Siz ne kadar kabul edebildiniz belirsizliği?
? Ayrılma arifesinde olduğunuz sevgilinizin yarın kapınıza çiçekle gelmesine hazır mısınız sahi?
? Ya da yolunu beklediğiniz birinin hiç gelmemesine?
? Bir ölüm haberi almaya hazır mısınız?
? Bir doğum?
? Büyük bir kaza yapmaya hazır mısınız?
? Büyük bir kazaya şahit olmaya?
? Sorularınıza cevapsız kalmaya?
? Hazır mısınız ölmeye?
? Öldürmeye hazır mısınız?
Ben değilim.
Siz de olamazsınız.
Ama pek çoğunu yaşadım. Ve halen hayattayım.
Çok düşüp yine kalktım. Yine düşüp yine kalkacağım.
Sonsuz olasılığa hazır olmayı beklemek, devasa bir saçmalık demek ki. Sadece, neyle boğuştuğunuzu fark ettiğinizde, tanımlanabilirlik biraz olsun sadeleştiriyor kafanızdaki karmaşa evreninin kesirlerini. Ama pay ve payda, dans etmekten hiç vazgeçmiyor, ne yazık ki…