İnanç Ayar‘ı dinlemek, çok kez “İşte tam da bu!” derdirtmiştir bana. Bir defa hikayesi çok ilham verici: Matematiğin yanına sığdırdığı 11 yıllık felsefe öğrenimi serüveni, sahne sanatlarından girişimciliğe, zengin bir yelpazedeki çalışmaları… Bu podcastle halen tanışmadıysanız, lütfen size bir iyilik yapmama izin verin! Benim gibi felsefeyi çok sevmenize, kukumav kuşu gibi düşünmenize ya da girişimci olmanıza gerek yok; yaşamı merak edin yeter. Son derece basitleştirilmiş şekilde, sağlıklı yaşam bağları kurarak kullanıyor teorik felsefe bilgilerini. Üstelik günümüz modern insanını lugatına giren “içerik, dikkat ekonomisi” gibi kavramları masaya yatıracağınız bir arena sunuyor.

İlk 5 bölümün kesinlikle dinlemesi gerektiğini; atlayarak takip edecekseniz, bu bölümden sonra zıplamalar yapmanızı bilhassa tavsiye eder kendisi. Uyarı fişeğini çakarak, sizi zembille 62. bölüme uçuruyorum; aman dikkat!

Şöyle diyor, can evimden vurduğu bu bölümde, aynen aktarıyorum (dakika 7.30) : Belli bir yaşa gelene kadar sizin için kurgulanan bir “Ben Projesi” vardır. Ve bu proje sizin tarafınızdan inşaa edilmiyor. Aileniz, çevreniz, eğitim sistemi… Bilincinizi elinize almadığınız için, size bir “ben” inşaa ediyor; tüm bu dışsal yapılar. Hayatın belli bir döneminde yaşadığınız ağır bir depresyonla – herkes bunu er ya da geç hayatının bir döneminde yaşıyor – bu ben projesinin iflas ettiğini görüyorsunuz! Görüyorsanız şanslısınız, diyelim daha doğrusu… Bu ben projesi iflas etmeden de, “yalan bir benle” hayatına devam eden bir sürü insan var tabii. Bir depresyon yaşayacak kadar şanslı olmayan insanlar var… Hayatları düzgün bir şekilde akıp gidiyor onlara göre. Ama şanslıysanız, ağır bir depresyon sonrası, dünyayla o “ben projesinin” baş edemediğini görüyorsunuz ve onun yapılarını sökmeye başlıyorsunuz. Bu ben nedir? Ben niye böyle bir insanım? Başka türlü bir insan olabilir miydim?” gibi sorular sormaya başlıyorsunuz. Kitaplara başvuruyorsunuz: Bibliyoterapi denen bir kavram var; kitaplar yoluyla kendini terapi etmek. Kitap yoluyla öğrenmeye başlıyorsunuz yani. Kendinizi tanımaya çalışıyorsunuz; sorular soruyorsunuz ve sonra, kendi kendinize “kendinizi” “yeni bir ben” olarak inşaa etmeye çalışıyorsunuz. Bence bunu yapmadan insan, insan değildir. Bu yıkımı yaşamak da önemli bir şanstır. 25-30’lu yaşlarda yaşamıyorsanız, 40’lara, 45’lere doğru sarkabilir. Ne kadar geç, o kadar kötü, bir an önce yaşamak lazım!

Şimdi gelelim zehir zemberek itiraflara..!

İnanç Ayar’ın anlattığı bu depresyonun geleceğini, ben 30 yaşımda gördüm… Dikkat edin, yaşamadım; sadece “gördüm” diyorum! (Hoş, ilkini üniversite yıllarımda yaşadım, onu #2. yazıya saklayacağım) Kurumsal bir şirketten, “Allah bir daha mecbur bırakmasın.” diyerek ayrıldım. Burada yapmacık olmak istemiyorum; çok samimi bir yazı bu, karakterim öyle nitekim. Sövmek gibi bir derdim de yok kesinlikle! Sezar’ın hakkı, kesseler Sezar’a; bizde böyle! Hayatımda edindiğim en kıymetli dostlarla da, bir daha aynı havayı solumak istemeyeceğim insanlarla da kurumsalda tanıştım. Çok büyük ve önemli bir tecrübeydi. Ama ayrılık kararının ardından; bir de hayatımıza bir bebek beklentisi girince, parametreler müthiş bir değişkenlik gösterdi. Kariyeri için, evde “çocuk” muhabbetinin ç’si açtırmayan ben, kurumsal hayatta anne olmak için yıpranan hemcinslerini görünce, üstelik kendi de evde yalnız bırakılarak büyütülmüş bir çocuk olunca, o senaryoları kendi çocuğuna yaşatmak istemedi.

Hamileliğim başlı başına bir dertti, bitsin diye gün saydım. Önceki düşük olduğu ve ailemde bebek ölümlü iki öykü daha olduğu için, en yakınlarımın bile anlayamadığı bir ruh halinde yaşadım. Fiziksel seromoniyeyse hiç girmiyorum… 3 aylık bebeğimle, çok sancılı, arkası bol acılı bir ameliyat geçirdim. İki yıl sonra tekrar olacağımı bilmeden… Toz pembe görünen hayatımda, travmanın çok türlüsünü itinayla tattım! 1 yaşına kadar da çocuğuma kendim baktım. Evet beyler, hayat size güzel! Derken bu kadar evde kalmaya dayanamayıp, baba işine yandan yandan giriş yaptım. Aileyle çalışmak apayrı ve başka bir yıkıcı tecrübe. Oradan da ağzımın payını aldım. Okuyan vardır, çok detaya girmeden alt paragrafa geçiş yaptım : )

Babamla çalıştığım dönemde ben projesini çok sorguladım… Aslında tam olarak anne olduğumda buna başladım. 30 yaş civarı ciddi bir aydınlanmadır; “öyle değilmiş yahu, bizi yemişler” dediğimiz çağdır. Ufak ufak, yaşadığım hayatın bana ait olmadığını, elimin altındakilere sığmaya çalıştığımı kavradım.

Bibliyoterapiyi, varlığını bilmeden birebir uyguladım. Uyanan insan, uyandırmak istermiş ya hani… Okuduklarımı etrafımla da paylaştım; kimi zaman anlatarak, kimi zaman bizzat kitabı teslim ederek: Gün geldi, doktorun şifa olamadığı kişiye şifa oldu hediye olan o sayfalar… Asla böbürlenmek değil huyum, paylaşmak tüm umudum. Bir insanı kurtarmaya bir insan yeter: Yeter ki kalple dinleyip, kalple duyun.

Çok yetersiz ve hafif kalıyordu bana, aileyle beraber yaptığımız işler. İnanmadığım, gelecek görmedeğim konularda geçiyordu zamanım, yıllarım, yaşlarım… Hep anlatmaya çalıştım; “ben bunun için okumadım”. Ne zaman avazım çıktığı kadar “HAYIR!” diye bağırdım; o gün bütün aileyi kurtaracak bir seçim yaptım! Devam etmemesi gereken bir işi, sonlandırdım.

Ama yetmiyor işte, çıkmaz sokaklardan bile dönülse… Uçurumlardan kurtulsa, ölümlerden dönse, yetmiyor… (Şaka da değil hani, onları da yaşadım.) İlle de kendini arıyor insan. Kimdim ben? Nerede kayboldum? Neden kayboldum?

Pandemiden tam önce, iş anlamında özgürleşmiş, bireysel tercihlerimi yapabilecek bir konuma gelmişken; bir gün ben de herkes gibi aniden eve kapandım. Bir ay bile sürmeyen tatlı özgürlüğümün kokusu burnumda, camdan dışarıya bakakaldım… Artık o sığamadım eve kapalı bir mahkumdum. Böyle başladı benim tatlı depresyonum!

Kan bağı da yok ama, Dostoyevski‘ye çekmiş huyum… Ergenlikten beri katarsis bir doyum.. Yazarak arınmak, iyileşip iyileştirmek duygum. Bakalım, belki bu kez olurum!

Bir de döngüler var sevdiğim.. Hadi gelin, sizi en başa döndüreyim! Önceki çemberi genişleterek, bir halka daha çizdireyim. Bedeni, ruhu, “azmi” genç olan dostlar; ikinci ödeviniz bölüm #63 der, bir sonraki yazıya beklerim! Ben Projesinin İflası #2

inancayar.com