17. İstanbul Bienali notlarımla ve yabancı dilini geliştirmek isteyenlere iki harika öneriyle geldim bu pazar.
Farklı mekanların ev sahipliği yaptığı Bienal’i talihsiz bir günde gezdiğimden bahsetmiştim. Biraz da kendisinden bahsedelim.
19. yüzyılın sonunda mimar Dimitrios Panayiotides tarafından inşa edilen Merkez Rum Kız Lisesi’ndeki sergiyi gezdim. Salıncağı geçip de okuldan içeri girdiğimiz andan itibaren masalardaki tabletler karşıladı bizi. Okul panosunda asılı olmasını beklediğimiz afişlerin, öğrenci işlerinin yerinde de yine tabletler vardı.. Her türlü ifade, her sınıf dijitalle doluydu.
Son derece tarihi bir dokuda, boyası çıkmış duvarlarda dönüp duran videolar…
Biz sergiyi gezerken bomba haberini aldığımız için, içerdeki mesajları tam da sindiremeden binayı terk ettik. “Her şey ne kadar da dijital… Tek bir kağıda, dokunacak bir şeye rastlayamadık.” diye söylendiğimi hatırlıyorum sergiden çıkarken. Kasıt olmalı diye düşünmüştüm.
Sonra dönüp fotoğraflarıma baktığımda, tam da öyle olduğuna emin oldum: Defter kitap görmeyi beklediğimiz, bir öğrencinin ilk öğrenme yuvası olması gereken sıralarda tablet vardı… Duvarlarda tablet.. Panolarda tablet.
( Yazar burada okuyucuyu yoruma davet ediyor : )
*
İlkokula giden bir kızım var. İnternet teknolojileri üzerine çalışmamıza “rağmen” mi çalıştığımızdan “ötürü” mü demeli bilemiyorum (bakışa göre değişir); ekrandan mümkün olduğunca uzak tuttuk:
📌 Evimizde TV yok. Hiç almadık. Çok takılan oldu; “x yıla alırsınız, çocuk olsun alırsınız”.. Almadık. Çoğu arkadaşım salona girince “burası ne kadar huzurlu” diyor. Eksiği var, fazlası yok 😉
📌 Ama projeksiyonumuz var. Sunulanı değil, tercih ettiğimizi izlemek istedik. Hiç de eksikliğini hissetmedik.
Ebeveyn olmadan önce farkına vardığım önemli bir konu vardı:
📌 Hatasız anne-baba olmak diye bir şey yok!
Bize yaptıkları gibi, istemesek de, biz de hatalar yapacağız/yapıyoruz.
Kadın doğulmadığı gibi, ebeveyn olarak da doğulmuyor; olunuyor.
En az zararı vermek esas olabilir. O nedenle “ben doğrusunu biliyorum” gibi bir yerden konuşmayı, bu şekilde algılanmayı istemem. Ama tablet, telefon gibi araçlarla mümkün olduğunca geç tanıştırdık; ilk iki yıl ikisini de hiç bilmedi. Uzun süreli kullanmasına da hiç göz yumulmadı.
Bu kullanımı da daha çok eğitici şeylerle pekiştirdik.
Konuyu burada ister çocuk ister yetişkin, dil öğrenme-geliştirme ihtiyacı olan herkesle paylaşmak istediğim uygulamalara getireceğim. Aşağıdaki fotoğrafa dönüp baktığımda, zihnimde böyle bir köprü belirdi bu yazı için.
Bu devirde ekran zararlı deyip, tabletten bilgisayardan tamamen uzak çocuk yetiştirmek değil, ama maruz kaldıkları şeyde fayda aramak elimizde 😉
Biz pandemi süresince çok yararlandık, halen de kullanmaya devam ediyoruz. Umarım siz de faydalanırsınız.
- Rosetta Stone: Apple’ın muhteşem bir uygulaması. Ben pronunciation’a takılırım! Bilhassa telafuz geliştirmek ve pratik ama kalıcı öğrenme sağlamak için birebir. Adını hak eden bir uygulama. Hadi onu da siz araştırın 😉
- Duolingo: Adı üstünde, çift dil öğrenirken yaralanabileceğiniz bol pekiştirmeli bir uygulama. Örneğin, İngilizce- Almanca, İngilize-İspanyolca gibi. Bir taşla iki kuş vuruyor desek yeri.
Bienalle ilgili daha fazla fotoğraf görmek isteyenler için yoruma blog ve sosyal medya bağlantılarını bırakıyorum.
Hepimize iyi pazarlar. 🎈